Teravih duâ ve tesbîhler
BildirLütfen bu sorunun neden rapor edilmesi gerektiğini düşündüğünüzü kısaca açıklayın.
Teravih namazına başlamadan, namaz aralarında ve teravih sonunda okunan tesbîhler, duâlar şunlardır:
1- Teravihe başlamadan önce okunan duâ:
Sübhâne zil-mülki vel-melekût.
Sübhâne zil-ızzeti vel-azameti vel cemâli vel-celâli vel-ceberût.
Sübhân-el melikil mevcûd. Sübhân-el melik-il ma’bûd.
Sübhân-el melikil hayy-illezî lâ yenâmü ve lâ yemût.
Sübbûhun, kuddûsun, Rabbünâ ve Rabb-ül melâiketi ver-rûh.
Merhaba, merhaba, merhaba, ya şehre Ramazan.
Merhaba, merhaba, merhabâ ya şehr-el bereketi vel-gufrân.
Merhaba, merhaba, merhaba ya şehr-et tesbîhi vet-tehlîli vez-zikri ve tilâvet-il Kur’an. Evvelühû, âhiruhû, zâhiruhû, bâtınühû ya men lâ ilâhe illâ hû. Allahümme salli alâ Muhammed.
Ramazan-ı şerifin onbeşinden sonra, (Merhaba) yazılı olan yerler (Elveda) diye okunur.
2- Teravih aralarında okunacak duâ:
Teravih aralarında, her dört rekatin sonunda okunacak duâ:
(Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin biadedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ.)
3- Teravih namazı tamamlandıktan sonra okunacak duâ:
Ya hannân, ya mennân, ya deyyân, ya bürhân,
Ya zel-fadlı vel-ihsân, nerc-ül afve vel-gufrân,
Vec’al-nâ min utekâi şehr-i ramazan bi-hürmet-il Kur’an.
Kimler Oruç tutmaz
Dinimiz, insana yapamıyacağı şeyleri yüklememiştir. Bu, oruç için de böyledir. Hasta, hastalığı artacak ise, hâmile kadın, süt veren kadın, harbeden asker zayıf olursa, oruç tutmaz. İyi olunca kazâ eder. Sefere çıkan, yâni üç günlük yola, 104 kilometreye gitmek için niyyet ederek yola çıkan, seferi olur. Böyle misâfir, orucunu ertesi gün bozabilir ve Ramazandan sonra kazâ eder ise de, zarâr etmezse, tutması efdaldir.
Yolda ve onbeş günden az kalacağı yerde tuttuğu orucu bozarsa, keffâret lâzım olmaz. Misâfirliği bitip evine gelince veya gittiği yerde onbeş gün kalmaya niyyet edince, tutmadığı günleri kazâ eder.
Dinimizde herşeyin bir ölçüsü, sınırı vardır. Herkes kendi kafasına göre hüküm veremez. Dinin bildirdiği kaideye uyulur.
Hasta, hastalığının artmasından veya iyi olmasının gecikmesinden yâhud şiddetli ağrı gelmesinden korkar ise, oruç tutmayıp sonra kazâ eder. Bu, Tabîb-i müslim-i hâzık’ın söylemesi ile anlaşılır. Hâzık, mütehassıs, uzman olmak demektir. Kâfir ve fâsık, yâni büyük günâh işlediği bilinen tabîbe muâyene ve tedâvî, zaruri hallerde câizdir. Fakat bunların sözleri ile ibâdet bozulmaz. Orucunu bozarsa, keffâret lâzım olur.
Bazı ağır hastalar hariç hemen hemen her hasta oruç tutabilir. Yıllarca oruç tutturulmayan birçok hastaya, yakinen tanıdığımız dahiliye mütehassısı bir doktor, oruç tutturdu. İlaçların dozlarını oruç vaktine, yâni sahura ve imsaka göre ayarladı. Hastaların en ufak bir sıkıntısı olmadı. Yeter ki doktor, hastasının oruç tutmasını istesin. Peşin hükümlü olmasın. Tedaviyi ona göre ayarlar. Bu olmıyacak bir iş değildir. Bunun için dinimiz, her doktorun değil, o branşta mütehassıs olma şartını ve müslüman olması şartını getirmiştir. Mütehassısı olmazsa yanlış karar verebilir. Salih müslüman değilse, dinin emir ve yasaklarına önem vermiyeceği için, bunun sözünü de ölçü kabûl etmemiştir.
İhtiyâr olup, ölünceye kadar Ramazan orucunu veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kimse ve iyi olmasından ümit kesilen hasta, oruç tutmaz, fakat gizli yer. Böyle kimse zengin ise, hergün için bir fıtra, yâni binyediyüzelli gram buğday veya un veya kıymeti kadar altın veya gümüş para, bir veya birkaç fakîre verir. Ramazanın başında veya sonunda toptan hepsi bir fakîre de verilebilir. Fidye verdikten sonra hasta iyileşirse, Ramazan oruçlarını ve kazâ oruçlarını tutar.
Orucu Bozan Şeyler
İlmihâl kitaplarında orucu bozan ve keffâret gerektiren hâller için genel kaide bildirilmiştir. Gıda veya devâ yâni ilâç olarak, faydalı birşey yemek, içmek, zevk, keyf veren birşeyi ağızdan almak ve cima’, orucu bozar. Orucu bozan bu şeyler, bilerek yapılınca hem kazâ hem keffâret gerekir.
Orucu bozup kazâ ve keffâret gerektiren şeylerden ba’zıları şunlardır.
1- Oruçlu iken, bilerek yiyip içmek.
2- Kan aldırmak, gıybet etmek gibi orucu bozmadığı iyi bilinen şeylerden sonra, oruç bozuldu sanarak bile bile yemek.
3- Boğaza kaçan yağmuru, karı istiyerek yutmak. İstemeden boğazına kaçarsa, sadece kazâ gerekir.
4- Sigara içmek.
Orucu bozup sadece kazâ gerektiren hâller:
1- Hata ile meselâ, abdest alırken boğazına su kaçmak.
2- Kulağa yağ, ilâç damlatmak, derideki yaradan içeri girecek ilâç koymak.
3- Vücuda, iğne ile ilâç ve aşı şırınga etmek.
4- Kağıt, pamuk, ot, pişmemiş pirinç, darı, mercimek tanesi gibi ilâç ve gıda olmıyan birşeyi yutmak.
5- Zorlıyarak ağız dolusu kusmak.
6- Dişlerin kanamasında, yalnız kanı veya tükürükle aynı miktardaki karışık kanı yutmak.
7- İmsâk vaktinden sonra, daha gece zannederek yiyip içmeğe devam etmek.
8- Güneş battı, ezân okundu zannederek, iftâr vakti gelmeden yemek.
9- Oruçlu olduğunu unutup, yiyip içtikten sonra, orucum bozuldu diyerek, yiyip içmeğe devam etmek.
10- İstimna, (Masturbasyon) yapmak. Uykuda iken ihtilâm olmak orucu bozmaz.
11- Tahâretlenirken içeri su kaçırmak.
12- Lavman yaptırmak, orucu bozar. Kadınların, kadın hastalıklarından muayenelerinde ba’zı hallerde de oruç bozulur.
13- Zorla orucu bozdurulmuş olmak.
14- Burna sıvı ilâç damlatmak.
15- Burna kolonya çekmek.
16- Başkalarının içtiği sigara dumanını istiyerek çekmek.
17- Diş çektirmek için uyuşturucu iğne vurdurmak.
18- Astım hastalarının, kriz hâlinde ilâçlı sprey kullanmaları orucu bozar. İlâçsız oksijen gazı bozmaz. Hasta olmadan ilaçlı sprey kullanılırsa kazâ ve keffâret gerekir.
19- Hastaların, dil altından, yutmasa da ilâç alması orucu bozar.
Kalb rahatsızlığı için sağlam deri üzerine konan ve derinin gözeneklerinden emilerek kalbe fayda veren ilâç, sağlam deri üzerine konulduğu için orucu bozmaz.
20- Kadınların ve erkeklerin ilâç olarak fitil kullanmaları orucu bozar. Fakat gusül gerektirmez.
Oruç üç çeşittir
1- Câhillerin orucu, 2- Âlimlerin orucu, 3. Peygamberlerin orucu.
Câhiller oruç tutar, sadece yemezler içmezler fakat kötülüklerden, günahlardan uzak durmazlar. Âlimler ise, kötülüklerden, günahlardan uzak dururlar. Enbiya ise, şüpheli şeylerden de kaçar.
Oruç tutanların bayramı da üç çeşittir:
Câhiller, oruç tutup iftâr edince yerler, içerler bizim bayramımız budur, derler. Âlimler ise, akşam olup iftar edince, cenâb-ı Hak eğer bizim orucumuzu kabûl etmiş ise, bu bizim bayramımızdır, derler. Evliyâ ve peygamberlerin bayramı ise, oruçlarının kabûl olmasıyla beraber, cenâb-ı Hak râzı olduysa bayram ederler.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Beş şey orucun sevabını giderir: Yalan, nemime yâni söz taşımak, gıybet, [Yabancı kadına] şehvetle bakmak ve yalan yere yemin.”
“Gıybetle meşgul olan kimselerin orucu hakîkatte oruç değildir.” [Yâni sadece oruç borcundan kurtulur, va’dedilen sevaba kavuşamaz.]
Peygamber efendimiz, “Yâ Rabbî, dilimi yalandan, kalbimi nifaktan, amelimi riyâdan, gözümü hıyanetten temizle ve koru! Gönülden geçenler senden gizli değildir.” şeklinde duâ etmemizi tavsiye ederlerdi.
Bunun için oruçlu olanın, riyâdan, gösterişten uzak durması sadece Allah rızasını düşünmesi lâzımdır.
Oruç tutmanın sevâbı
Allahü teâlâ, yapılan amellerin karşılığını, o amelin durumuna göre, değişik olarak vermektedir. İbâdetlerde, iyiliklerde bire karşı ondan, yedi yüze kadar ihsan etmektedir. Orucun sevabını ise, “Karşılığını ben veririm” buyurmuştur. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Ameller, Allahü teâlâ katında yedidir. İkisi vâcibi gerektirir. İkisi misli iledir. Birisi on katdır. Birisi yedi yüz mislidir. Birisinin sevabını ise Allahü teâlâdan başka
kimse bilmez. Vâcibi gerekli kılan amellerden birincisi şudur ki, Allahü teâlâya ortak koşmadan ihlâsla kulluk yapana Cennet vâcib olur. Ortak koşarak ölene ise Cehennem vâcib olur. Misli ile olan amelden birincisi, günah işleyene misli ile karşılık verilir. Diğeri ise, iyi amel için niyyet ettiği şeyi yapamıyana yapmış gibi sevap verilir. Bire on verilen amel, iyiliklerin sevâbıdır. Kötülüklerin günahının aksine iyiliklere bire on sevap verilir. Bire yediyüz sevap verilen amel, helâl malından Allah yolunda vermektir. Sevabını yalnız Allahü teâlânın bildiği amel, Allah için tutulan oruçtur. Onun karşılığını Allahü teâlâdan başka kimse bilmez.”
Allahü teâlânın, “Âdem oğlunun her ameli kendisi için, yalnız orucu benim içindir.” buyurması, kıyâmet günü olunca, Allahü teâlâ kuluna hesap sorar. Öyle ki hiç sevabı kalmaz. Yalnız orucu kalır. Bunun üzerine Allahü teâlâ, kulun ihtiyâcı olan sevap kadar kendi fazlından ihsân edip, kulunu orucu sebebiyle Cennete sokar. Herkesin sevâba ihtiyacı aynı değildir. Cenâb-ı Hak da orucu sebebiyle kuluna bol bol ihsanda bulunur. Cenâb-ı Hakkın, “Orucun karşılığını ben veririm” buyurmasının hikmetlerinden biri şudur: Allahü teâlâ, kula mahsûs olan yemek ve içmek gibi şeylerden münezzehtir. Oruç tutmakla Cenâb-ı Hakkın ahlâkından birine yapışılmış olur. Bununla çok sevâba kavuşulur. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Oruçlunun, akşam iftâr zamanındaki duâsı reddolmaz.”
“Üç sınıf kimsenin duâsı reddolmaz: Oruçlunun iftar zamanındaki duâsı, âdil devlet reisinin duâsı ve mazlûmun duâsı.”
“Üç sınıf kimse vardır ki, Allahü teâlâ onların duâsını geri çevirmez: İftâr edinceye kadar oruçlunun duâsı, yardım olununcaya kadar mazlûmun duâsı ve evine dönünceye kadar misâfirin duâsı.”
“Her şeyin zekâtı vardır, bedenin zekâtı da oruçtur.”
Zekât veren, çok sevaba kavuştuğu gibi, malının kirinden de kurtulmuş olur. Oruç tutanın da bedeninde bulunan ba’zı hastalıklar yok olur. Nitekim hadîs-i şerîfte “Oruç tutun, sıhhat bulun!” buyuruldu.
Oruç tutmanın sayısız fazîletlerine eksiksiz kavuşabilmek için orucu şartlarına uygun olarak tutmağa çalışmalıdır.
Ramazan ayında zekât
Aslında zekatın Ramazanla bir ilgisi yoktur. Fakat, Ramazan ayında nâfile ibâdetlere verilen sevâb başka aylarda yapılan farzlar gibi ve bu ayda yapılan bir farz başka aylarda yapılan yetmiş farz gibi olduğu için, zekâtı Ramazan ayında vermek bir âdet hâlini almıştır. Zekat günü Ramazandan önce ise Ramazanı beklemeyip biran önce vermek lazımdır.
Zekât, fakirlerin hayatını, ihtiyâçlarını, cemiyetin kabûl edip yüklenmesi, garanti etmesi demektir. Şehrin bir köşesinde, bir müslüman, açlıktan perişan duruma düşüp ölse, şehirdeki zenginlerden birinin, az bir zekât borcu kalsa, onun katili olur. Zekât, müslümanlar için bir nevi sigortadır.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Allahü teâlâ, zekâtı, malınızın geri kalanının güzelleşmesi ve temizlenmesi için farz kıldı.”
“Bir millet zekât vermezse, rahmetten mahrûm kalır. Hayvanlar da olmasa, hiç rahmet görmezler.”
“Zenginlerin zekâtı, fakirlere kâfi gelmeseydi, Allahü teâlâ, onlara nafaka gönderirdi. Eğer fakirler, aç kalıyorsa, zenginlerin zekât vermeyişindendir.”
“Malının zekâtını veren, o malın şerrinden, kendisini korumuş olur.”
Peygamber efendimiz, Eshâb-ı kirâma: “Hastalıklarınızı sadaka ile tedâvi edin! Mallarınızı zekât ile koruyun! Çünkü bunlar sizdeki kötülükleri ve hastalıkları defeder.” buyurduğu zaman oradan bir Nasranî geçiyordu. Hadîs-i şerîfi duyunca gidip malının kırkta birini ayırıp verdi.
Kendi kendine, “Eğer doğru söylüyorsa ortağımdaki malıma bir zarar gelmez. Ben de o zaman ona îmân eder, müslüman olurum. Eğer dediği gibi çıkmazsa kılıcımla onu öldürürüm.” dedi. O sırada, Mısır’a ticaret için gitmiş olan ortağının bulunduğu kafileden bir mektup aldı. Mektupta “Hırsızlar, yolumuzu kesti, mallarımızı, develerimizi ve yanımızda bulunan her şeyi aldılar” diye yazılı idi. Nasranî, “Mallarınızı zekât ile koruyun” sözünün doğru olmadığına kanaat getirdi. Daha sonra ortağından da bir mektup aldı. Mektupta “Ben kafilenin önündeydim. Devemizin ayağı incindi. Bir handa kaldım. Kafile ileri gitti. Onları eşkıyalar soydu. Ben bütün malımla emniyet içindeyim. Bizim için üzülecek bir durum yoktur” diye yazılı idi. Nasranî mektubu okuyunca, “Demek, O hak peygambermiş, sözü doğru çıktı” diyerek, Peygamber efendimizin huzûruna giderek müslüman oldu.
Kur’ân-ı kerîmin çeşitli yerlerinde namaz ile zekât birlikte zikredilmektedir. Cenâb-ı Hak, “Namazı kılın, zekâtı verin!” buyuruyor. Kur’ân-ı kerîmde namazla zekâtın sık sık tekrar edilmesi, bunların çok önemli bir ibâdet olduğunu bildirmektedir. Zekat vermiyen, haram işlemiş olur. Haram işliyenin de namazları kabûl olmaz. Yâni namaz borcundan kurtulursa da, namazlarının sevâbını alamaz. Haramların hepsinden kaçmak lâzımdır. Zekât vermek çok sevâb olduğu gibi, farz olduğu halde vermemek de büyük günahtır.
Zekâtın hesap günü
Her ibâdeti yaparken, o ibâdetin farzlarına, şartlarına dikkat etmek, bu şartları, farzları öğrenmek lâzımdır. Zekâtın da, farzı ve ba’zı şartları vardır. Zekât verebilmek için, herşeyden önce, dînen zengin olmak, yâni nisâbâ mâlik olmak lâzımdır. Nisâb, aslî ihtiyaçların dışında 96 gram altın veya bunun karşılığı paraya, ticâret malına mâlik olmaktır. Bu miktara ulaşmıyan kimse, dinen zengin sayılmaz ve kendisine zekât vermek farz olmaz.
Zekâtın farzı ise, zekât malını ayırırken niyyet etmektir. Malı ayırırken niyyet ettikten sonra, fakire sadaka, hediyye diye vermesi de câizdir. Nisâba mâlik olduğu hicri tarihi, zamanı, günü ile beraber iyi bilmek ve bu tarihi bir yere kaydetmek lâzımdır.
Bir kimse, Ramazan-ı şerîfin beşinde nisâba mâlik olup, zengin olsa, bu kimse hemen bu tarihi kaydetmesi lâzımdır. Ertesi sene, elindeki mevcût mala, paraya bakar, bunları sayar. Nisâb miktarı ise, mevcut olanların zekâtını verir. Bu tarihten sonra ele geçenlerin zekâtı bu seneye dahil edilmez. Fakat, Ramazan-ı şerîfin dördünde eline geçenlerin zekâtını ise, o seneki zekâta dahil eder.
Nisâba mâlik olan bu kimse, zengin olduğu tarih olan Ramazan-ı şerîfin beşinde zekâtını ayırmayıp, altısında veya daha sonra elindeki paranın, malın hepsi helâk olsa, ayın beşinde zekât vermek kendisine farz olduğu için, helâk olan paranın, malın hepsinin zekâtını vermek mecbûriyetindedir. Çünkü kendisine zekât vermek farz olmuştur. Fakat bu para, mal, ayın altısında değil de, zengin olduğu
tarih olan beşinden önce, meselâ üçünde elinden çıkmış olsa, zekât vermek farz olmaz.
Bunun için her müslüman, zekât malının nisâb miktarı olduğu günü, bir yere yazmalıdır. Bu günden sonra, bir yıl tamam olmadan önce, nisâb helâk olursa yâni elinde ihtiyaçtan fazla hiç bir mal kalmazsa, başlangıç olarak yazdığı günün kıymeti kalmaz.
Bir yıl tamam olmadan önce eline yine nisâb miktarı mal geçerse, bu günü yeniden yazması ve bundan bir sene sonra, nisâb helâk olmadan elinde kalırsa, o zaman zekât vermesi farz olur. Nisâb, bir yıl sonra yâni farz olduktan sonra helâk olursa, yine zekât vermek farz olur.
Nisâb yıl ortasında helâk olmaz fakat azalırsa, yıl sorunda tekrar nisâb miktarı olursa, zekât farz olur ve yıl sonunda, sahip olduğu miktarın kırkta birini verir. Sene arasında azalan nisâb, sene sonunda hisâb miktarına yükselmezse, zekât farz olmaz. Zekât malı, bundan sonra nisâb miktarı olursa, o günden sonra tekrar bir yıl beklemek lâzımdır.
Bugüne kadar böyle bir tespit yapmamış nisâba mâlik kimseler, bir tarih tesbit edip, bundan sonra her sene bu tarihte, vereceği zekâtı hesap etmelidir. Meselâ, Ramazanın 27’sini kabûl edip bu tarihte zekâtını hesap ederek verir, bundan sonra da her sene Ramazanın 27’sinde, zekât hesabını yaparak, vereceği zekâtı ayırır.
Zekat, ya ticaretini yaptığı ticaret malından veya altın olarak verilir. Kağıt paranın zekatı da altın olarak verilir. Kağıt para olarak verilmez. Asırlardır hep böyle verilmiştir. Tüccar ticaretini yapmadığı maldan da veremez. Mesela, konfeksiyoncu, zekatını gıda maddesi olarak veremez, ticaretini yaptığı elbiselerin kırta birini ayırıp verir..
Sadaka-i Fıtr
Dînimiz, cemiyet düzeninin sağlanması, insanların birbirini sevebilmesi ve yardımlaşmaları için zekât, sadaka vermeyi ve hediyeleşmeyi emretmektedir.
Farz olan zekâtı verdikten sonra, bedenin sıhhat ve âfiyete, mal ve evlâdın da berekete, âhırette büyük sevâblara kavuşabilmesi için sadaka da vermelidir. Bilhassa mübârek günlerde ve Ramazan ayında verilmesi daha iyi olur.
Bir kimse, bütün insanların işlediği kadar ibâdet etse, bir kimseye fayda temin etmek gibi olamaz. Demek ki insanlara yardım etmek büyük sevâbdır.
Sadaka-i fıtr, yâni fıtra, ba’zı âlimlere göre, vâcib, ba’zılarına göre de farzdır.
Fıtra vermek her ne kadar belli bir nisâba mâlik olanlara vâcib ise de, durumu müsâit olan fakirlerin de vermesi iyi olur. Çünkü fıtra, oruç tutan kimsenin boş ve fuhuş sözlerini temizler. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Fıtra, sizin zenginlerinize, Allahü teâlânın tezkiyesidir. Ama fakir olanlarınız verirse, Allahü teâlâ ona daha çoğunu verir.)
(Ramazan-ı şerîf orucu, gökle yer arasında asılıdır. Ancak fıtra ile yukarıya çıkarılır.)
İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisâbı kadar malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazan Bayramı’nın birinci günü sabahı fıtra vermesi vâcibdir. Ramazan içinde, hattâ ramazan’dan önce de vermesinde mahzûr yoktur. Bir kişinin fıtrası, bir fakire veya bir kaç fakire verilebildiği gibi, bir fakire birkaç kişinin fıtrası da verilebilir.
İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisâbı kadar malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazan Bayramı’nın birinci günü sabahı fıtra vermesi vâcibdir. Ramazan içinde, hattâ ramazan’dan önce de vermesinde mahzûr yoktur. Bir kişinin fıtrası, bir fakire veya bir kaç fakire verilebildiği gibi, bir fakire birkaç kişinin fıtrası da verilebilir.
Fıtra nisâbına mâlik olana zengin denir. Bunun fıtra vermesi vâcib, zekât alması ise haram olur. Çalışamıyan fakîr akrabâsına yardım etmesi vâcib olur.
Fıtra olarak 1750 gram buğday veya buğday unu veya 3500 gram arpa veya bu miktar hurma veya kuru üzüm verilir. Bunların kendisi verilebildiği gibi, kıymeti altın ve gümüş olarak da verilebilir.
Bir özrü sebebiyle oruç tutamıyan kimsenin de fıtra vermesi lâzımdır.
Sadaka verirken şu husûslara dikkat etmelidir.
1- Helâl maldan verilmelidir.
2- Malı az olsa da sadaka vermelidir!
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(En faziletli sadaka, kendisi muhtâc olduğu hâlde fakirin verdiği sadakadır.)
3- Ölüm gelip malın elden çıkmasından önce, sadakayı çabuk vermelidir.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(İnsanın sıhhatli iken verdiği bir dirhem sadaka, ölürken köle azâd etmesinden hayırlıdır.)
(İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez. 1- Sadaka-i câriye, 2- Faydalanılan ilim, 3- Kendisine duâ edecek sâlih bir evlât)
Sadaka-i câriye, vakıf çeşme, köprü, câmi gibi devam eden sadaka demektir. Faydalı ilimden maksat da faydalı bir kitaptır. İnsanlar bu faydalı kitaplardan istifâde ederek dünya ve âhıret saâdetine kavuşurlar. Sâlih evlâdın iyi amellerinin sevâbından babası da istifâde eder.
4- En güzel maldan sadaka vermelidir.
5- Riyâ karışmaması için, sadakayı gizli vermelidir.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(En fazîletli sadaka, gizli verilen sadakadır.)
6- Ecrinin gitmemesi için, fakiri minnet altında bırakmamalıdır.
Bekara sûresinde meâlen:
(Sadakalarınızı minnet ve eziyet ile heder etmeyiniz!) buyuruldu.
7- Sadakayı gerçekten muhtaç olanlara ve sâlih kimselere vermelidir.
Oruç Keffâreti
Keffâret, Ramazan ayının hürmet perdesini yırtmanın, yâni Ramazan orucunu bile bile bozmanın cezâsıdır. Oruç keffâreti için ard arda altmış gün oruç tutmak lâzımdır. Ramazan günü özürsüz, bir orucu bozmanın cezâsı, altmış gün, bir gün kazâsı ile 61 gün oruç tutmaktır. Bunun için keffârete halk arasında “61” denmektedir.
Birkaç Ramazanda keffâretleri olan veya bir Ramazanda iki gün keffâreti olan kimse, birinci keffâreti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir keffâret yapar. Birinci keffâreti yapmış ise, ikinci keffâreti de ayrıca yapması lâzımdır.
Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa veya Ramazana rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Kadınlar özür sebebiyle bozunca, yeniden başlamaz. Özrü bitince geri kalan günleri tutarak, altmışı tamamlar.
Devamlı hasta veya yaşlı olup altmış gün oruç tutamıyan kimse, bir fakiri, bir günde iki defa doyurmak üzere altmış gün yedirir. Altmış fakirin her birine 1750 gram buğday veya un, yahut bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veya altın, gümüş vermek veya bunları bir fakire altmış gün vermek de câiz olur. Doyurmak
için kâğıt para da verilir. Oruç tutabilen kimsenin fakirleri doyurmak sûretiyle keffâretten kurtulmağa çalışması câiz değildir.
Kur’ân-ı kerîm ve Ramazan ayı
İslâm âlimlerinin ve evliyânın en büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, (Mektûbât) isimli kitabının 162. mektûbunda, Ramazanın ve hurmanın üstünlüğü, fazîleti ile ilgili olarak buyuruyor ki: Mübârek Ramazan ayında, bütün iyilikler, bütün bereketler bulunur. Her iyilik, her bereket, Allahü teâlânın zâtından gelmektedir. Her kusûr, her kötülük de, mahlûkların zâtlarından ve sıfatlarından hâsıl olmaktadır. Nisâ sûresinin yetmişsekizinci âyetinde (Sana gelen her güzel şey, Allahü teâlâ’dan gelmektedir. Sana gelen her kötülük de, kendindendir.) buyuruldu.
Bu üstünlüklerin hepsi de, kelâm şânında bulunmaktadır. Kur’ân-ı kerîm, bu kelâm şânının hakîkatinin hepsinden hâsıl olmuştur. Bundan dolayı, bu mübârek ayın, Kur’ân-ı kerîm ile tam bağlılığı vardır. Çünkü, Kur’ân-ı kerîmde bütün üstünlükler bulunmaktadır. Bu ayda da, o üstünlüklerden hâsıl olan bütün iyilikler bulunmaktadır. Bu bağlılıktan dolayı, Kur’ân-ı kerîm bu ayda nâzil oldu.
Bekara sûresinin yüzseksenbeşinci âyeti (Kur’ân-ı kerîm, Ramazan ayında indirildi.) bunu bildirmektedir. Kadir gecesi bu aydadır. Bu ayın özüdür? Kadir gecesi, çekirdeğin içi gibidir. Ramazan ayı da, kabuğu gibidir. Bunun için bir kimse, bu ayı saygılı, iyi geçirerek bu ayın iyiliklerine, bereketlerine kavuşursa, bu senesi iyi geçerek, hayırlı ve bereketli olur.
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
“Oruçlu olan kimse, hurma ile iftâr etsin! Çünkü hurma bereketlidir.”
Resûl “aleyhisselâm”, hurma ile iftâr ederdi. Hurmanın bereketli olması, şöyledir ki; onun ağacına (Nahle) denir. Bu ağacın yaratılışında, topluluk ve adâlet vardır. İnsanın yaratılışı da böyledir. Bunun içindir ki, Peygamber “aleyhisselâm” Nahle ağacına, Âdem oğullarının halasıdır, dedi. “Halanız olan nahleye saygı gösteriniz! Çünkü bu ağaç, Âdem aleyhisselâmın çamurundan kalan artıktan yarıtılmıştır.” buyuruldu.
Görülüyor ki, nahle, Âdem aleyhisselâmın çamurundan yaratılmıştır. Nahleye bereket buyurması, bunda herşeyin bulunduğu için olsa gerektir. Bunun için, nahlenin meyvesi olan hurma yenince, insanın parçası, dokusu olur. Böylece, hurmada bulunan herşey, insana da aktarılmış olur.
Hurmada bulunan sayısız üstünlükler, bunu yiyende de bulunur. Hurmayı yiyen herkes böyle olur ise de, oruçlu kimse, iftâr zamanında, şehvetlerden ve dünyanın geçici zevklerinden temiz olduğu için, hurmadan pekçok istifâde eder. Anlattığımız faydaları daha tam ve daha olgun olur. Resûl “aleyhisselâm” “Mü’minin sahurunun hurma ile olması, ne güzeldir.” buyurdu. Bu da, belki, hurma insanın dokularına karışınca, insanın hakîkatini tamamladığı içindir.
Oruçlu iken, böyle şey olmadığı için, bunun karşılığı olarak sahûrda hurma yemenin güzel olduğunu bildirmiştir. Hurma yemek, çeşitli yemekleri yemek gibi faydalı olmaktadır. Hurmanın bu bereketi, kendisinde herşey bulunduğu için, iftâr zamanına kadar insanda kalır.
Hurmanın bu faydası ancak islâmiyete uygun olarak yenildiği, islâmiyetten kıl ucu kadar ayrılık bulunmadığı zamandır. Tam fâidesine kavuşmak için, bir ağacın bir meyvesi olarak değil, bereketini düşünerek yemek lâzımdır. Yalnız bir meyve
olarak yenirse, yalnız madde, kalori faydası elde edilir. İşin iç yüzü bilinerek yenirse, bereketine kavuşulup, rûhu da besler.
Oruç tutmanın sağlığa zararı var mı?
Hiçbir ibâdetin insana zararı olmaz. Zaten ibâdetler insanın faydasınadır. İslâmın beş şartından biri olan oruç da mide rahatsızlığına ve diğer rahatsızlıklara sebep olmaz. Bil’akis mîdeye diğer organlarımıza sağlık açısından çok faydalıdır. Bu husûs, bugünkü modern tıp mütehassısları tarafından, açık ve kesin bir şekilde isbât edilmiştir. İlmin yeni bulduğu bu tespiti, Peygamber efendimiz, (Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz) hadîs-i şerîfi ile bindörtyüz sene önce bildirmişti.
Mîdesinden râhatsız olan kimse, hâmile kadın, süt veren kadın ve hastalığının artacağından korkan kimse, harp eden asker ve seferî, yaÆni yolculuğa çıkan yolcular oruç tutmayabilirler.
Orucun sağlığa zararlı değil, bilakis çok faydalı olduğuna birkaç misal verelim:
Oruç, bir sene boyunca durmadan çalışan mîde ile berâber bütün sindirim sisteminin istirâhate sevkedilmesi ve insan vücûdunun dinlenmeye tâbi tutulmasıdır. Böylece, sindirim sistemi dinlendirilmiş olur.
İnsanlarda en çok görülen râhatsızlık, hazım, sindirim bozukluğudur. Sindirim bozukluğu şişmanlık, kalb ve damar hastalıklarına, şeker hastalığına ve tansiyon yüksekliği vs. gibi birçok hastalıklara sebep olmaktadır. Oruç, bütün bu hastalıklara karşı koruyuculuk vazîfesi yaptığı gibi, bir de tedâvî vâsıtasıdır. Bugün birçok hastalıktan kurtulmak için, perhîz lâzım olduğu herkesçe bilinmektedir.
Ayrıca, oruç ile, insanın güçlü bir irâde kuvveti kazanacağı şüphesizdir. Bu sebeple alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruç vesîlesi ile kurtulanlar çok görülmektedir.
Oruç, vücuttaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. Oruç sâyesinde zararlı maddeleri süzmekten kurtulan böbrekler, bir revizyona, tamîre girerek, dinlenme ve yenilenme imkânı bulurlar.
Oruç, senede bir ay, ya’ni Ramazan ayında, yalnız gündüzleri orucu bozan şeylerden uzaklaşmak demektir. Orucun, dünyadaki faydalarından biri insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretmektir. Tok, hiçbir zaman acın hâlinden anlamaz ve ona merhamet etmez. Oruç, bundan başka, nefsi zapturapt altına almaya sebep olur.
Oruç tutamayacak olan çok ihtiyâr, hasta kimseler, (Fidye), ya’ni fakîrlere sadaka vererek bu borçlarını edâ ederler. Bunu da vermiyenleri Allahü teâlâ mes’ûl tutmaz.
İslâm dîninde, zorluk, işkence yoktur. Sağlığını fedâ ederek, hastalanarak ibâdet etmeği Allahü teâlâ hiçbir zaman istememiştir. Allahü teâlâ, çok kerîm, gafûr ve rahîmdir. Tevbe edenleri affedici ve merhamet edicidir.
Ba’zılarının (Bir ay müddet ile, bilhâssa yaz günlerinde gündüzleri yemeyip içmeyerek, âdet olanın zıddına geceleri yiyip içmek, sıhhate zararlı olup, çeşitli hastalıkların meydâna gelmesine sebep olduğu) sözü doğru değildir. Açıkça bir iftirâdır. Çünkü, orucun edeplerinden birisi de, iftâr zamanında mîdeyi çok doldurmayıp, henüz iştahı varken yemekten el çekmektir. Bu edebe riâyet edenlerin, hasta olmak değil, bilÆakis sıhhat bulacakları bütün doktorlar
tarafından ittifak ile bildirilmiştir. Böyle oruç tutmanın sağlık açısından faydalı olduğu muhakkaktır.
Eğer, din cahillerinin, bu sözü doğru olsa, islâm memleketlerinde Ramazan ayında her müslümanın hasta olması ve çok kimsenin vefât etmesi toplu ölümlerin olması icap ederdi.
Aklen de düşünülse, zaten birçok insan sabah ve akşam olmak üzere günde iki kere yemek yerler. Mu’tâd olan iki yemek vaktinin birinde, birkaç saat değişiklik yapmakla, vücutta ne gibi değişiklik meydâna gelebilir? Belki oruç ayının başında beden yeni düzene alışana kadar bir iki gün biraz değişiklik hissedilebilir. Bu da oruçtan dolayı sağlık açısından bir değişiklik, bir zarar olmaz.